28 Nisan 2010 Çarşamba

Marketing Apple - mühendislik pazarlamayla tanıştı!

Apple ürünlerinin bir takipçisi ve hayranı olarak mı bunları yazıyorum yoksa pazarlama dehasından (Steve Jobs mı demeliydim acaba) etkilendiğim için mi bilmiyorum (sanırım her ikisi de) ama bu e-book pazarlama ile uğraşan herkesin bir göz atması gereken kısa ve özlü bir eser. -Yüklemesi biraz uzun sürebilir ama deyiyor!



Eski bir Apple çalışanı Steve Chazin tarafından yazılan MarketingApple'ı indirmek için buraya tıklayın.

27 Nisan 2010 Salı

Arama Motorlarında ilk sıraları almak: Ne sihirdir ne keramet....


Ormanda bir ağaç düşse ama kimse çıkardığı sesi duymasa, gerçekten ses çıkar mı? Felsefe derslerinin beylik konularından biri olan bu soruyla düşünür çıkageldiği zaman SEO'nun anlam ve önemini öngörmüş müdür acaba? Onu bilemem ama pek çok kaynakta arama motoru optimizasyonundan bahsedilirken bu benzetmeden yararlandıklarını gördüm.
Bir zamanlar web sitesini yayına soktuğumuzda "Herkes gelip görecek bunu," gibi telaşlar olurdu. Sağa sola ilan verilir, sayfa lansmanı alışılagelmiş yöntemlerle duyurulurdu: TV spotlarının sonuna ya da gazete/dergi ilanlarının altına web adresi iliştirilirdi. İlgilenen zaten bir yerlerden arar bulur web sitesini gibi bir kanı vardı.
Sonra internet iletişim lokantasında garnitür olmaktan çıkıp ana yemek konumuna gelmeye başladığında yeni yeni kavramlar, olgular türedi. SEO, arama motoru optimizasyonu veya arama pazarlaması SM günümüzde (ülkemizde pek olmasa da) web tasarımının bir parçası, web sayfasının dolaşım sistemi haline geldi adeta.
Amaç sayfanızın kolaylıkla bulunması. Nasıl oluyor? İşte orası biraz alışılagelmiş değil. Öncelikle SEO hizmetini bir şirketten almaya karar verdinizse aman dikkat: "Biz sizi bir haftada Google'da birinci sıraya getiririz!" diyen olursa hemen kaçın, ya işi bilmiyor ya yalan söylüyordur. Google bile size bir yer sözü veremezken dışardan birinin bunu yapması pek inandırıcı olmasa gerek! Unutmayın: Google arama parametrelerini (Google'ın arama sonuçlarını oluşturmak için kullandığı denklemler) açıklamıyor ve haber vermeden değiştirme hakkını saklı tutuyor. O zaman nasıl seçeceksiniz bu hizmeti verenleri? İşte bilmeniz gereken bazı notlar:
SEO'nun sağlıklı bir geri dönüşü 6 aydan önce kolay kolay olmuyor. Sonra SEO sürekli değişen bir süreç önce yapıp sonra oturup izleyip devamında sürekli olarak değiştirme, iyileştirme yapmanız gerek. Yani 1 haftada SEO servisi veririz diyenler bu işi pek kavramamışlardır.
Sonra SEO yapmak istiyorsanız, işi başkasına verebilirsiniz ama size de büyük bir iş düşüyor. Web sitesini veya SEO'yu yapan kişiler interneti, programları, kodları bilirler ama sizin işinizi bilmezler. Yani rakiplerinizi, işinizi tanımlayan kelimleri, işinizi anlatan içeriği siz hazırlamazsanız sitenizde pek bir bilgi olmayacaktır. Ayrıca farklı departmanları bu işe dahil etmek, onların katkılarını sağlamak da birçok noktada size düşen görevler olacaktır, bunları da SEO hizmeti veren kişilerin yapması pek imkanlı olmayacaktır. Yani SEO için çalışmaya hazırlıklı olmak gerek.
Unutmayın, arama motoru optimizasyonunda en önemli konulardan biri sayfanın/sitenin içeriği yani sayfada neler yazdığı. Metni yazanlar insanlar olsa da arama işlemini aslında robotlar yapıyor! Yani insanların yazdığı metinleri robotlar tarıyıp endeksliyor. Bu ne anlama geliyor: Öncelikle siz insanların anlayacağı şekilde yazsanız da sayfanızı ziyaret eden robotlar biraz farklı davranıp ne yazdığınıza değil, kelimlerinize, resimlerinizin isimlerine, sayfalarınızın bilgilerine bakıyor. Yani metni yazarken de göz önünde bulundurulması gereken konular var.
Tüm bu göz korkutmalar sizi yıldırmadıysa gelecek yazımda arama motoru optimizasyonunda temel adımlarda görüşürüz!

23 Nisan 2010 Cuma

Inbound Marketing: Reklam öldü mü?



Inbound ve Outbound marketingi çok net bir çizgi ayırıyor: Ortaya yüklü paralar döküp önünüze gelene mesajınızı duyurmaya çalıştığınız (ve artık günümüzde genellikle dirençle karşılaştığınız) eski tür pazarlama outbound marketing oluyor. Inbound marketing ise sizi tüketicinin bulması. Tabi bunun için de pazarlama departmanını lav edip tüketici bizi bulsun diye beklemiyorsunuz. Kısaca şu acı gerçeği kabul etmek gerekiyor: "Kimse benim malımla ilgilenmiyor! Hem niye ilgilensin ki?"Odak ne zaman marka veya ürün olmaktan çıkıp tüketici oluyor, işte olay orda başlıyor, o noktada dürüst, açık ve karşılık beklemiyor olmak gerekiyor. (Evet markalar, üreticiler, pazarlamacılar,... artık satmaya çalışan tarafta kim - ne varsa) Ne zaman ki karşılık beklemeden dürüst açık bir şekilde karşınızdakine birşeyler vermeye başlıyorsunuz, işte orda ilk puan alınıyor. Sonra o kişi/kişiler sizi takip etmeye başlıyor. (Siz "gel beni takip et sana hediye veriyim!" dediniz diye değil, onlara karşılıksız sunduğunuzla ilgilendikleri için takip ediyorlar!) Size güven duymaya başlayıp söylediklerinize değer vermeye başlıyorlar ve işte orda bir yerde sizin ürününüzü almaya karar veriyorlar!

Ne kadar uzun ve zahmetlli değil mi? Fakat bir o kadar da sağlam ve dürüst. Bir podcastte "Samimiyeti taklit edemezsiniz." diye birşey duymuştum. İşte taklit etmeye, kopyalamaya çalıştığınız noktada güven sarsılıyor. Pazarlamanın daha da ince ayarlar üstüne oturması ve sonunda Nick Saber'ın dediği gibi pazarlamanın görünmez olduğu noktada başarılı bir iş çıkarmış oluyorsunuz." Big and Bold"(Büyük ve Koyu - yorumu: Kör Göze PArmak) düsturunun hala hakim olduğu günümüzde ne kadar ütopik görünüyor değil mi?

"Aranan" / içe dönük / içe yönelen pazarlamayı iliklerine kadar işlemiş uygulayan Seth Godin, ilgilenenlerle, her gün bedava fikir paylaşıyor. Bunu neden yaptığını konuşucaz devamında.

Facebook, Twitter ve sosyal medya gerçeği


Başlık oturaklı olsun ki ciddi şeylerden bahsettiğim anlaşılsın istedim. Aslında konu iş yerlerinde verimi düşürdüğü için yasaklanan, tam olarak ne İŞE yaradığı anlaşılamamış ama reklam ve iletişim dünyasının düşerse kırılır edasıyla itinayla yaklaştığı sosyal medya yani Facebook, LinkedIn, Tweeter filan...
Hayatı ve var olmayı 140 karaterle indirgemekle "suçlanan" Twitter niye olmazsa olmazı oldu radyo TV programlarının? Köşe yazarları ve anchor kişiler nasıl atıp tutuyolar karşılıklı Twitt'lerle ve sonunda kim ne kazanıyor bu işten?

Niye status update etmek gerekiyor, profil resmin kişiliğin hakkında ne söylüyor, hayatın facebook arkadaşlarının sayısıyla mı doğru orantıda dolu dolu, Facebook da arkadaşlık teklifini kabul etmemek Sosyal Medyada İntihar'a neden olur mu?

Daha birçok geyik var bu konularda yapılabilecek. Fakat işin özünde şu var benim anladığım: İnsanlar birçok şeyin yanı sıra samimiyet, eğlence, haberdar olmak, birşeylerin parçası olmak istiyor. Facebook da, Twitter da bunu sunuyor. Geçmiş resimleri tagleyip yeni buluşmalar planlayabildikleri, beklenmedik mesajlardan unutulan eski sevgililerin çıktığı Facebook ve ulaşamadığımız ünlülerin en son hangi Oscar ödüllü oyuncuya ne laf attıklarını takip edebilmek hayata tuz biber oluyor. Evet bir İŞE yaramıyor olabilir bunlar, adeta eski bir dostun doğumgünüzü hatırlaması kadar. Ama hayata tat kattıkları kesin.

Bu arada İŞE yaramak derken bu konuyu bu kadar kısa kesmemek lazım. Yaradıkları işler de var elbet: Marka bağlılığı ve satın alma oranlarını etkilediği söyleniyor Facebook gruplarının mesela. Henüz rakamlar yok elimde, bulunca ekleyeceğim söz. Ama ilk defa, tüketiciyle neyi almaları, ne yapmaları konusunda tonlarca para akıtan şirketler, hiç de o kadar harcamadan tüketiciyi "takipçileri" yapmayı buralarda başarıyor.

"Aranan" Pazarlama


Inbound Marketing diye birşeyden bahsediliyor. Biraz araştırınca ne harika bir şey olduğunu anladım bu kavramın. Kavram diyorum ama aslında hem bir tarz hem bir trend hem de pazarlamanın geleceği diye de düşünebiliriz Inbound Marketingi. Türkçesini aradım, aramalarım yeterli olmadı, tam bi çevirisini bulamadım. Bir yerde "İçe dönük Pazarlama" diye bir tabir gördüm, ama o da tam olmamış geldi bana. Inbound Marketing dedikleri aslında çok basit: tüketicinin ürüne yanaşması, talepte bulunması, kısaca "aranması". Bu aranma birilerinin sizi aramasından çok, kabadayıların mahallede caka satar dolanmalarına kahvedeki ahalinin "Aranıyor!" dedikleri cinsten aranma.

Kısacası sizin bir ürününüz var, tüketici de sizi aranıyor buluyor ürününüzü alıyor, işte size Inbound Marketing. Bunun nesi marketing?" oturup durup pazarlama mı olurmuş, pazarlama agresiftir, allem eder kallem eder sattırır. Promosyonuyla indirimiyle reklamıyla etrafı yıkar kırar," diyebilirsiniz. İşte değişim burda yatıyor IM'de. Tüketiciyi moron sıfatından çıkarıp onu muhatap alınca sonra onunla ilişki kurup dialoğa girincezaten eninde sonunda birileri malınızı alacaktır, diyor IMciler. Yanllış anlaşılma olmasın IM asla yan gel otur, tüketici seni bulur demek olmuyor. Tam tersi eskiseinden daha çok çalışmak, tamamiyle içten ve dürüst olmak, neyi ne kadar verdiğinin hesabını yapmadan karşılıksız (bedava değil!) tüketiciye fayda sunmakta yatıyor IM. 20. yy kaptializminin yansıması vahşi, sınır, etik, ahlak tanımaz reklamcılık anlayışı çöpe atıılıyor adeta ve yerine herkesin tatminin önplana alındığı, kazan-kazan yeni bir düzen sunuyor marketing. Uygulanması hiç kolay değil, tanımının içine barış böceği kaçmış gibi görünse de. Bir çok araç, uzun zaman gerektiriyor. Fakat eskilerdeki devasa reklam bütçelerine de pek ihtiyaç duymuyor bu tarz.

Aslında Inbound marketing, "Aranan" Pazarlama ile tanışmam bu bloga başlamamın nedeni. Çünkü ilk defa yapmaktan zevk aldığım işin - iletişim, reklamcılık ve internetin - hayatıma yön veren ilke ile (kazan-kazan) bir harmoni içinde olduğu bir imkan olduğunu gördüm. Inbound marketing ve diğer dijital hikayeler için rss de kalın. :)